Edebiyat dendiğinde aklıma yüz odalı bir malikane geliyor. Masallarsa bu malikanenin içindeki gizli bir bahçe. Gülleri, sarı zambakları, sarmaşıkları ve salkım söğütleriyle; bilgi havuzları, sevgi çeşmeleri, sessizlik göletleriyle... Üzerinde çimenler yüzen bir gölün kıyısındaki o ıssız köyde babaannem elimi avucuna alır ve beni gölün derinliklerinde yaşayan kanatlı atı görmeye götürürdü. Soğuk yeşil suyun derinliklerine... Continue Reading →
Kütüphaneye kış geldi!
Leo Tolstoy’u üzerinize çekin, bir Bronte Kardeşler demleyin, ocağa iki Jack London atın, pikaba Andersen’i koyun. Kış geldi ve erzağınız kitaplar olsun. Gizli köşeler çocukluğumdan beri bana haz veriyor. Reçel kavanozlarının sıram sıram dizildiği kilerler, el feneriyle aydınlanan tavan araları, naftalin kokan dolaplar, bir ağacın gölgesine kurulmuş çadırlar, kütüphane raflarının ardında kalmış küçük pencere oyukları...... Continue Reading →
İskelenin Ucundaki Kadınlar
Atlamak hangimizin fikriydi hatırlamıyorum. Her şey bir meydan okumayla başlamıştı. Nisan ayında olduğumuz için su çivi gibiydi ve biz 15 yaşındaydık. Can bir su samuru gibi denize dalıp uzunca bir süre dışarı çıkmadı. Üzerimde eski bir The Cure tişörtü iskelenin ucunda durmuş titriyordum. Sonunda teslim olup kendimi ayaklarımın ucundaki karanlık durgun suya bıraktım. O kadar... Continue Reading →
Bugün yemekte bir gezegen var
Bir kez kitapların yemeklere benzediğini fark ettiğinizde bol baharatlı egzotik kokularıyla fantastik ve bilim kurgu edebiyatından bir daha kendinizi alamazsınız. Kitaplardan her zaman yemek yemeye yakın bir tat aldım ve bir kütüphanenin geniş bir mutfağa benzediğini düşündüm. Buna ilk defa çocukken yaşadığımız evde karar vermiştim. Evin Sovyet yazar ve şairlerinin kalın ciltleri, Varlık yayınlarının küçük... Continue Reading →