All Along the Watchtower is a dark fairytale set in an obscure Constantinople where an endless and enchanted forest devours everything. Fairies, djinns, and other creatures live in ghettos by the order of Padishah. Four young children from Byzantine and Genoese families try to unlock the secrets of a lost Watchtower that once loomed over the city. ... Continue Reading →
The Great Hibernation
Life is simple and peaceful in the town of St Polonius, set on a fjord between the impressive Fortinbras Mountains and the vast North Sea. The town's inhabitants surround their homes with thick walls against the north winds and live in single-story, single-chimney houses. None of them dream of big houses. None of them ever dream of leaving town and moving to bigger cities. They have no expectations other than life except to do their own work and take tourists who come around once in a while. Nevertheless, there is a sneaky game in the middle.
Big L Hotel
The story is written in diary-style using audio recordings. This is the journal of thirteen-year-old Kos, who lives at a hotel with his father and three sisters. He loves to play soccer and is enamored with a girl in his class named Isabel. His mother passed away from cancer three years ago. Kos has his own problems with each of his siblings – he uses the phrase ‘gone off the deep end’ to refer to them. The eldest sister, Libbie, is nineteen and trying to take on a motherly role to her siblings as she falls in love with a melancholic poet who stays at the hotel. Breek is fifteen and a goth; she wears only black, paints her face like a canvas, and adapts fairytales to rock music. Pel, the youngest, is nine years old. She wears her mother's clothing as pajamas, sings the songs her mother used to sing, and keeps an assortment... Continue Reading →
Pera Günlükleri Soundtrack
İstanbul'da okuduğum okulların, yaşadığım yerlerin altında hep hikayeler saklıydı. Altında geçitlerin gizli olduğu zemin taşları, hayaletli köşkler, Bizans İstanbul’u, 1900’lerin başındaki İstanbul. Galata, Pera, adalar... Alexander Vallaury’nin binalarıyla yenilenen, içinde Venedik’i, Ceneviz’i barındıran gizemleriyle, sabah sisinin içinde mum gibi yükselen minareleriyle, Osman Hamdi Bey’in İstanbul’u. Bu şehrin altında büyülü bir ateş yanıyor sanki. Beni o ateş... Continue Reading →
20 Dolarlık Sahte Banknotlar ve Ölü Pikseller
Bir zamanlar Sirkeci’deki hanlarda eski fotoğraf makineleri satın almaya gelen bir adamdan kirli, kırık ve kullanılmayan makinelerle çekilen fotoğrafların görünenin arkasında saklı daha eski ve derin bir gerçeğin ipuçlarını vermeye çalıştıklarını duymuştum. Ölü pikseller demişti onlar için. Sonra yıllar sonra ölü piksellerle tekrar karşılaştım. Minneapolis’te George Floyd’un bir polis tarafından öldürülmesinin ardından çıkan protestolarda. Sıradan bir günde... Continue Reading →
-37 dereceye göçmek
Genelde herkesin Fargo filminden tanıdığı Minnesota Kuzey Amerika’nın en soğuk yeri. Küresel ısınmayla beraber kutup coğrafyasının kabına sığmaz soğuklarını saldığı bu yere göç etmek mangal gibi bir yürek veya demir gibi bir hayal gücü istiyor. Minneapolis’e giden 52. Otobanın iki yanında uçsuz bucaksız bir beyazlığa gömülmüş çiftlikler seçiliyor. Uzun kış gecelerinin içine gömülmüş bacalardan... Continue Reading →
Masalların Gizli Bahçesinde
Edebiyat dendiğinde aklıma yüz odalı bir malikane geliyor. Masallarsa bu malikanenin içindeki gizli bir bahçe. Gülleri, sarı zambakları, sarmaşıkları ve salkım söğütleriyle; bilgi havuzları, sevgi çeşmeleri, sessizlik göletleriyle... Üzerinde çimenler yüzen bir gölün kıyısındaki o ıssız köyde babaannem elimi avucuna alır ve beni gölün derinliklerinde yaşayan kanatlı atı görmeye götürürdü. Soğuk yeşil suyun derinliklerine... Continue Reading →
Kütüphaneye kış geldi!
Leo Tolstoy’u üzerinize çekin, bir Bronte Kardeşler demleyin, ocağa iki Jack London atın, pikaba Andersen’i koyun. Kış geldi ve erzağınız kitaplar olsun. Gizli köşeler çocukluğumdan beri bana haz veriyor. Reçel kavanozlarının sıram sıram dizildiği kilerler, el feneriyle aydınlanan tavan araları, naftalin kokan dolaplar, bir ağacın gölgesine kurulmuş çadırlar, kütüphane raflarının ardında kalmış küçük pencere oyukları...... Continue Reading →
İskelenin Ucundaki Kadınlar
Atlamak hangimizin fikriydi hatırlamıyorum. Her şey bir meydan okumayla başlamıştı. Nisan ayında olduğumuz için su çivi gibiydi ve biz 15 yaşındaydık. Can bir su samuru gibi denize dalıp uzunca bir süre dışarı çıkmadı. Üzerimde eski bir The Cure tişörtü iskelenin ucunda durmuş titriyordum. Sonunda teslim olup kendimi ayaklarımın ucundaki karanlık durgun suya bıraktım. O kadar... Continue Reading →
Bugün yemekte bir gezegen var
Bir kez kitapların yemeklere benzediğini fark ettiğinizde bol baharatlı egzotik kokularıyla fantastik ve bilim kurgu edebiyatından bir daha kendinizi alamazsınız. Kitaplardan her zaman yemek yemeye yakın bir tat aldım ve bir kütüphanenin geniş bir mutfağa benzediğini düşündüm. Buna ilk defa çocukken yaşadığımız evde karar vermiştim. Evin Sovyet yazar ve şairlerinin kalın ciltleri, Varlık yayınlarının küçük... Continue Reading →